“Önyargıları kırmak atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.”

Albert Einstein'ın çok klasiğe oturmuş  ve yaşamımızda kalıplaşmış meşhur bir  sözüdür. Genellikle tek yönlü, dar bir gidiş ve gelişe sahip fikir sokağı sakininin, belirli kalıpların dışına çıkamayarak stabilize devam ettiği bir kavramdır. 

İzmirli-Yazar Akilah Azra Kohen; 
"Önyargı, düşüncenin en büyük hastalığıdır." der. 

Ve peşin hükme sahip olanlar hiç şüphesiz  düşüncenin hastalığı olan ön yargıya yakalanmıştır. Zayıflığın işareti olan bu durum, muhakemeye zarar verir. Bazen ben ön yargılı kimselerin halini, başını kuma sokan deve kuşu örneğine benzetirim. O basını kuma sokarken sadece kafasındaki ic dünyasıyla bas başadır. Ama koca gövdesinin aşikâre bir halde dışarıda ne tür bir duruşu  olduğu hakkında her hangi bir fikre sahip değildir. Kendi iç  dünyasında ön yargılı  bakış açısıyla mutlu olmanın verdiği garip rahatlık, etrafından habersiz ve onu enterese etmeyen hiç bi hal... 

"Çirkinlik diye bir şey varsa o da, gözlerindeki önyargılı ölçeklerdir." (Halil Cibran)

Şehrin kasvetinden uzaklaşacağım bir hafta sonu, mini tatil planı ile  hemen yola koyuldum. Denizin dibinde  huzurlu, eşsiz bir vakit geçirirken, üzerine bina ettiğim güzel hayallerle pozitif iki günün ilk saatlerini yaşıyordum. 

Şezlonga uzanarak kitabımda kaybolurken öte yandan hemen yanı başımda  şezlonguna uzanan kadının telefonuyla ilgilenmesi birden ilgimi çekti. Zannımca tiktok videosu çekiyordu.  Ve enerji  etkileşimi, çekim yasası kuralı gereği onunda  beni gözünün ucuyla seyrettiğini fark ettim ve yanına biraz  yakınlaşarak sohbet etme isteğimi tüm  samimiyetimle gösterip, bütün  bedenimle kendisine  yönelerek nezaket gereği  şezlongumdan tekrar doğruldum. Önce, soğukkanlı ve küstah tavrıyla birlikte gözünün ucuyla tepeden tırnağa beni süzdü, daha sonra o küstah tavrın küçüle küçüle kaybolarak, müthiş bir sıcak kanlı ahvale dönüştüğünü görmek beni mutlu etti.  Yüz ifadesinde oluşan sevimli halin verdiği rahatlıkla hemencecik  sıcak diyalog ortamımızın oluşması için ilk atağı gösterdim.  Havadan sudan sohbet ve  tanışma faslı derken ilk diyalogların  klasik adetlerini  yerine getirmiş olduk böylece. 

Aynı tas aynı hamam, aynı davul aynı zurna. Farklı, değişik bir durum söz konusu değil, buraya kadar her sey doğal. Buradan sonra beyin yakan itiraf vari ön yargılar ve soğuk kış gecesi rüzgarları esmeye başladı bile.  Durum hem güldürdü  hem de düşündürdü. Bazı kapalı kadınların yıl boyu kapanıp tatil zamanı açılmaları  ve edep perdesini yırtan çirkin durumlar  içinde bulunmaları, ve bazen  toplum ahlakına  aykırı tuhaf hareketleri derken dinden soğutan duruşları sebebiyle  kapalılara karşı bir anti sempati duyduğunu ve çoğunun  da örümceklenmiş  bir beyin yapısına  sahip olduğunu üstü kapalı kibarlaştırılmış cümlelerle ifade etti:) Uzun bir kahkaha tufanı sonrası şunları ifade eyledim; 

-Hesap kitap yapmadan peşin hükümlü olmamak gerekiyor. İnsan insani anlamalı azizim, zira anlamayan "şekilci" hüküm verir. Dışına bakarak kabuğu nispetinde yorum yapmak doğru olmaz. İnsanın kılığı kıyafeti , saçı sakalı ile hüküm verip eleştiride bulunmak şekilciliktir. Yeryüzünde yaratılmış her insan ayrı ayrı bir kıymet arz ederken, anlaşılmayı, değer görmeyi hak eder, linç edilmeyi değil. Ve her insan nefis taşıyor, kusurludur. 

Şüphesiz insandaki  kusur, kusursuzluğun Allah’a mahsus olduğunu göstermek içindir.

Kusursuz ve mükemmel  olan tek varlık Kuddûs olan Allah’tır. Kuddûs, her türlü kusurdan uzak bulunan demektir. Rabbimiz, her türlü kusurdan münezzeh ve tektir.   Bütün insanlar kusursuz, hatasız, günahsız olsaydı, haşa ve kella kendini   Rabbiyle mukayese etme cüretine kalkışırdı.  O’na boyun eğmez, itaat  etmez ve kulluktan yüz çevirip tövbe kapısını çalmazdı.  Halbuki kul günah isledikten sonra islediği kusurun   farkına varıp, tövbe ettiğinde imanen cok daha büyük makama erişmektedir. Tabi ki bu onun her an aynı cürümü isleyip tövbeyle  af garantisi kapsamına gireceği  anlamına gelmiyor. Hakiki tövbe gerçek bir nedamet ve istikametli bir yol  icap eder. 

Üzerinde ayet taşıyan kadının sorumluluğu elbette ağırdır. Ve tesettür bir ayettir. 

Bas örtünün belli mesuliyetleri vardır. Ve fakat bu ayeti  taşıyanın mükemmelleşerek melek olması iktiza etmiyor. Edebe muhalif bir tutum karşısında  haklı olarak tepki verilir, fakat putlaştırılmış bir düşünce ve ön yargıyla fikir dünyasında kimse katledilemez. Toplum ve aile  baskısıyla kapanan veyahut örtüyü bir ziynet eşyası, meta gibi hor görenlerin yaptığı cürümler hiç bir Müslüman kadının şahsına mâl edilemez. Fertlerin hatasının hiç bir kuruma, kuruluşa, dinlere veya dindarlara mâl edilemeyeceği gibi. Tahkiki bir iman hakikatli yaşamayı gerektirirken, taklidi bir iman ise üstün körü bir din yasamayı icap eder. Neyi ne için yaptığımızı bilmemiz elzemdir. Görme, iz 'an etme yetisine sahip olan insan bile isteyerek kendini karanlık hücreye  kapatmaz. İç gözlem yapabilecek yegane bir insan sıfatını,  alelade bir konuma getirmemeli.  Madde ve şekilcilik, ve gelişen dünyanın getirdiği basma kalıpların tamamen bakış açısını da sekil üzerinden yorumlamasına ve iç gözleme müdahele edilmesine şahit oluyoruz. 
 
Derken uzun soluklu sohbetler, ve  bir günü ve geriye bırakmış olduğumuz tanışma anımızın sâdâsı. Kendisine hitaben  " bu günü kayıtlara geciregimden hic şüpheniz olmasın"  esprisiyle günü sonlandırdık. 

Sinop Vitrindeki ilk köşemden Sinoplu okurlarıma "MERHABALAR"  diyerek yazımı burada noktalıyorum.