İnsan tabiatı gereği hep en güzelini, en iyisini ister.Fakat iş, arzu ettiklerini elde etmek için verilecek çabaya, gösterilecek özene, sarfedilecek emeğe gelince tersine döner.Oysa arzu ettiklerini elde etme yeteneği, kuvve olarak bireyde ve toplumda vardır.Yine insanın arzularına rağmen kuvvesini atıl tutmasında yaşadığı çarpıklıklardan biri de, istenmeyen olayların sorumluklarını kendi dışındaki nedenlerle izah etme meylidir.
Yaklaşık üç yüz yıldır bulunduğumuz zelil yaşam içinde, göğsümüz yüreğimize dar gelmekte, karşılaştığımız muamelelere isyan etmekte, tekrar geçmişte olduğu gibi kimsenin kafa tutamadığı erdemli ve güçlü bir toplum olmak istemekteyiz.Bu isteklerimiz içinden geçtiğimiz sıkıntılı dönemde başımıza gelen elim olaylarla daha da artmaktadır.İyi güzel de, şevkimizin yüreğimizde coştuğu, heyecanlarımızın dolu dizgin koştuğu, öfke ve hıncımızın ölüm saçtığı bir noktada durup düşünerek tek tek; ‘’Böyle bir toplum ve devlet olabilmemiz için bulunduğum yerde ben ne yapmalıyım?Sorumluluklarımı hangi düzeyde yerine getirmeliyim?’’ diye soracağamız soru temin edecektir bize, bir türlü elde etmeyi isteyip de elde edemediklerimizi.Ne zaman tek tek, böyle bir soruyu müteakip; öğretmen dersini anlatır talebe ödevini yaparsa, vatandaş görevini memur hizmetini ifa ederse, bilim adamı araştırmasını siyasetçi bihakkın desteğini verirse, sanayici üretimini işçi emeğini arzederse, fayda sunacaksa konuşan, faydasızsa dilini tutan fertlerden örgün bir toplum olunursa, işte o zaman bu zillete yenik düşmekten kurtulunabilinir.Sayılan şeyler, fert fert avuçlarımızın içinde kuvve olarak durmakta bir türlü eyleme geçememektedir.Meydana gelen kötü olayların izahını başkasından isteyerek hiçbir fert ve toplum mesafe katedememiştir.
Suriyede üzerlerine yağan füzeler altında kadınların, ‘’Allah nerede! ’’ feryatları, bana nefsimde, hayatımın her aşamasında daha iyisini yapabileceğim halde yapamadığım sorumlulukları hatırlattı.Eğer ben ve benim gibiler tahsil hayatında ve müteakiben meslek hayatında ‘’daha iyi ne yapabilirim?’’ saik ve sorumluluğu ile hareket etseydi, geldiğimiz nokta daha farklı olacaktı.Neticede bulunduğumuz konumda karşılaştığımız muameleler geçmişimizde yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımızın özgün bir ifadesidir.Eğer itibarlı bir toplum ve devlet olmak isteniyorsa her fert bu isteğini aynı oranda şevk ve kararlılıkla, iş ve emeğine yansıtmak zorundadır.Arzu ettiklerimizi elde etmenin başka bir yolu yoktur.Hiç bir toplum refah ve zenginliği ithal edemez.Bilakis refah ve üstünlük, bir toplumun elde ettiği medeniyetin müntesiplerine arzettiği orantılı yaşam biçiminin neticesidir.Adalet sistemi oturmamış bir toplumun üretimden bahsedilemez.Üretimin olmadığı ortamda ticaret güdük kalır.Ticari hareketin olmadığı yerde sermaye birikimi ve ağır sanayi oluşmaz.Bu döngünün olmadığı bir ortamda tek geliri vergi olan devlet fakir ve güçsüz kalır.Devletin kendini güçlü olarak hissettiremediği yerde ise kendini başkalarına üstün kılacak hamleler olan ne bilim ne de teknolojik yenilikler oluşturulabilir.Oysa bu yenilikleri elde edebilenler bir adım öne geçip geride kalanlara istek ve iradesini dayatabilenlerdir. Suriyeli kadınların feryadının bir benzerinin şahidi olmak istenmiyorsa, fert fert ve nihayetinde bütün toplum olarak bu ilkelerle yüzleşilmelidir.Zira şikayetlerimizin kaynağa özünde, dersini anlatamayan hoca, laboratuara girmeyen ilim adamı, dürüst olmayan tüccar, sağlık sunamayan doktor, ilim üretemeyen üniversite olarak başkasına değil bizlere dayanmaktadır.Sorun güç, imkan ve yeteneklerimizi bihakkın kullanamama sorunudur.Yoksa Allah füzeyi yapanlardan bizlere hangi yeteneği daha az verdi?Karşı karşıya kaldığımız sıkıntılar, bizzat kendi tembellik ve aymazlığımızın diğer adıdır.
‘’Başınıza gelecek her felaket kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin bir ürünü olacaktır; bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır.’’(42/30)