Modern yaşam biçiminde, sancılı çözüm arayışında pusulanın, dini gösterdiği anlarda ‘vahyi anlayamamak’ gibi bir problem öne sürülür.Oysa bir şeyi anlayamamanın çözüm yolu sanıldığından daha kolay ve fazladır.Günümüz insanının asıl sıkıntısı, ‘bir şeyi ait olduğu konumda’ anlamak isteyip istememekteki kararsızlığıdır.Kastedilen kararsızlığın özünde doğru bir durum tesbiti yapılamaması yatar.Yani zihinsel bir alt-üst oluş vardır.Modern insan bir yandan sürdürdüğü hayatdan sızlanırken, diğer yandan aynı yaşam biçiminin kendisine lütfettiği nimetlere olan alışkanlıklarından kopmayı göze alamaz.Alışkanlıklarının kendisini köleleştiren prangalar olduğunu fark ettiğinde kendi yaratılışına dönecek (Rum:31-32) ufuktan sızan ışığı da görmüş olur.Bu bir çesit aydınlanma olup, kişinin kendisini sefih bir yaşama sürükleyen birimlere bahşettiği otoriteyi fesh etmesi anlamına gelir.Böylece kendi varlığında mevcut bilgi kirliliğinden arınmış, cehaletini tasfiye etmiştir.Kanımca günümüzde kendini her ne şekilde tanıtırsa tanıtsın (Müslüman, Hıristiyan, Demokrat, ateist vb) Vahyi anlamanın ilk ve en önemli adımı budur.
Vahyi kastedilen manada derinlikli anlamanın en önemli adımlarından bir diğeri ise , vahyin geldiği toplumun, vahiy öncesi yaşam biçimini iyi kavramaktır.Resul ve Nebilerin gönderilme gayesi, o toplumun yaşamaları gereken yörüngenin dışına çıkmış olması ile ilintilidir.Gördüğümüz kadarı ile vahiy indiği toplumu; ait olduğu, yürümesi gereken yörüngeye sokmuş, bu yörüngede hareket etmelerine engel olmayan adet ,gelenek ve kuralların devam etmesine izin vermiş hatta tasdik etmiştir.Hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, muta nikahı, saygı duyulanlara saygının secde ederek gösterilmesi cahiliye döneminde uygulanıp işletilen adet ve kurallardı.Vahiy bu adet ve kuralları bir kısmını tasfiye, bir kısmını tasdik, bir kısmınında uygulama biçimini değiştirerek, düzenleme yoluna gitmiştir.Bu düzenlemelerde sebep- sonuç ilişkisi doğru kurulmadan gerçekleştirilecek her bir vahyi anlama çabası, bizi vahyin can veren niteliğinden mahrum edecektir. Kitabların Resul ve Nebileri ısrarla bir kul olarak tanımlamalarına rağmen ayetlerin, doğa üstü olaylarla, insanüstü niteliklerle izah edilmeye çalışılmasının temelinde, zikredilen bağın yeterince kurulamaması yatmaktadır.Yine , Din;topluma Allahın razı olduğu bir Medeniyeti(toplu yaşam biçimini) kurmanın, ferde de bu hedef gerçekleşmese bile gerçekleşmiş gibi yaşamayı teklif ederek, vahiy medeniyetinin canlı ana örnekliğini(ümmet) gösterme sorumluluğunu yükler.Bireysel olarak yüklenen ibadet sorumluluğu ile devşirilecek örnek yaşam, insanlığı, savrulduğu her dönemde Allahın çözüm olarak teklif ettiği çerağın pırıltısına ulaştıracaktır.Bu bağlamda ibadetler zorunlu olmakla beraber, temelde fert, türevde toplum olmak üzere Allahın razı olduğu eylem düzlemine sevkeden iç ve dış disiplinlerdir.Günümüz insanının , dinin ana hedefi eylemlerinde ahlakın belirleyici olduğu bir yaşam biçimini elde etmek iken, dini; sadece –eylemden muaf- ibadetler toplamı olarak algılamasının temelinde , vahyin indiği toplumla o toplumun vahiy öncesi yaşam biçimi arasındaki ıslah edici niteliğe ait bağın kurulamaması yatar.Dinleri işlevsiz hale getirecek sızıntıya can veren çatlak da burada oluşur.Böylece dinin hayatın yörüngesi üzerindeki belirleyiciliği tasfiye edilerek , ibadeti olan fakat ibadete mutabık eylemi olmayan anlayışın yolu açılır.İçimizde, her şeye rağmen cevabını veremediğimiz soruların önü ise; Resullerin ilahlaştırıldığı, tıkanıklıkların mucizelerle aşıldığı, her fırkanın kendi içinde velilik atfederek ruhban bir tabaka oluşturduğu çürüme ile kapatılır.Allahı birleyen pırıl pırıl yüreklerin, bem berrak bilinçlerin oluşturduğu ümmet oluşan bu sapmayla bilinci bulanıklaşan, oluşturduğu ortak kavramların içinin boşaltıldığı, yürekleri farklı atan sömürüye açık, parçalanmış edilgen ve azgın bir toplum haline gelir.
Herkesin diğerini suçlayarak çözüm bulacağanı sandığı böylesi toplumlarda çare ise sadece kendine dönmektir.Kendi yüreğin, kendi bilincinle yüzleşip kendi eylemlerini düzeltmendir.
Vahyi kastedilen manada derinlikli anlamanın en önemli adımlarından bir diğeri ise , vahyin geldiği toplumun, vahiy öncesi yaşam biçimini iyi kavramaktır.Resul ve Nebilerin gönderilme gayesi, o toplumun yaşamaları gereken yörüngenin dışına çıkmış olması ile ilintilidir.Gördüğümüz kadarı ile vahiy indiği toplumu; ait olduğu, yürümesi gereken yörüngeye sokmuş, bu yörüngede hareket etmelerine engel olmayan adet ,gelenek ve kuralların devam etmesine izin vermiş hatta tasdik etmiştir.Hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, muta nikahı, saygı duyulanlara saygının secde ederek gösterilmesi cahiliye döneminde uygulanıp işletilen adet ve kurallardı.Vahiy bu adet ve kuralları bir kısmını tasfiye, bir kısmını tasdik, bir kısmınında uygulama biçimini değiştirerek, düzenleme yoluna gitmiştir.Bu düzenlemelerde sebep- sonuç ilişkisi doğru kurulmadan gerçekleştirilecek her bir vahyi anlama çabası, bizi vahyin can veren niteliğinden mahrum edecektir. Kitabların Resul ve Nebileri ısrarla bir kul olarak tanımlamalarına rağmen ayetlerin, doğa üstü olaylarla, insanüstü niteliklerle izah edilmeye çalışılmasının temelinde, zikredilen bağın yeterince kurulamaması yatmaktadır.Yine , Din;topluma Allahın razı olduğu bir Medeniyeti(toplu yaşam biçimini) kurmanın, ferde de bu hedef gerçekleşmese bile gerçekleşmiş gibi yaşamayı teklif ederek, vahiy medeniyetinin canlı ana örnekliğini(ümmet) gösterme sorumluluğunu yükler.Bireysel olarak yüklenen ibadet sorumluluğu ile devşirilecek örnek yaşam, insanlığı, savrulduğu her dönemde Allahın çözüm olarak teklif ettiği çerağın pırıltısına ulaştıracaktır.Bu bağlamda ibadetler zorunlu olmakla beraber, temelde fert, türevde toplum olmak üzere Allahın razı olduğu eylem düzlemine sevkeden iç ve dış disiplinlerdir.Günümüz insanının , dinin ana hedefi eylemlerinde ahlakın belirleyici olduğu bir yaşam biçimini elde etmek iken, dini; sadece –eylemden muaf- ibadetler toplamı olarak algılamasının temelinde , vahyin indiği toplumla o toplumun vahiy öncesi yaşam biçimi arasındaki ıslah edici niteliğe ait bağın kurulamaması yatar.Dinleri işlevsiz hale getirecek sızıntıya can veren çatlak da burada oluşur.Böylece dinin hayatın yörüngesi üzerindeki belirleyiciliği tasfiye edilerek , ibadeti olan fakat ibadete mutabık eylemi olmayan anlayışın yolu açılır.İçimizde, her şeye rağmen cevabını veremediğimiz soruların önü ise; Resullerin ilahlaştırıldığı, tıkanıklıkların mucizelerle aşıldığı, her fırkanın kendi içinde velilik atfederek ruhban bir tabaka oluşturduğu çürüme ile kapatılır.Allahı birleyen pırıl pırıl yüreklerin, bem berrak bilinçlerin oluşturduğu ümmet oluşan bu sapmayla bilinci bulanıklaşan, oluşturduğu ortak kavramların içinin boşaltıldığı, yürekleri farklı atan sömürüye açık, parçalanmış edilgen ve azgın bir toplum haline gelir.
Herkesin diğerini suçlayarak çözüm bulacağanı sandığı böylesi toplumlarda çare ise sadece kendine dönmektir.Kendi yüreğin, kendi bilincinle yüzleşip kendi eylemlerini düzeltmendir.