İlk Tanışma

‘’Konservatuvarda inecek var!‘’ çağrısıyla küçük çocuk irkildi. Sağa sola bakındı. Sol tarafta iki kat, taş yapılı, kocaman bir bina vardı sadece. Dolmuş ilerlerken gözünü o binadan ayırmadı. Görüntü kaybolana kadar boynunu çevirebildiğince takip etti binayı.

Yetmişli yılların Ankara’sında ulaşım ve iletişim bugünkü gibi yoğun, karmaşık ve büyük bir alana yayılmamıştı. Gecekondular geniş alanları kaplıyordu. Yerleşim bölgelerinde yer yer iki, üç katlı tuğla veya betonarme binalar; arada da site ve lojmanlar vardı. Toplu taşıma araçları; otobüsler, troleybüsler, dolmuşlar, taksi dolmuşlar, banliyö trenleri, taksilerdi. Aslında ulaşım seçenekleri bugünkünden pek de farklı değildi. Özel otomobiller oldukça azdı. Mahallede bir iki ailede olurdu otomobil. Otomobilleriyle mahallelinin hastasını, yolcusunu gerektiğinde gece gündüz yüksünmeden hastaneye ya da otogara taşırdı. Her mahallede sadece bir evde telefon bulunurdu ya da hiç olmazdı. Olsa da yurt dışında bir yakını olmayan için çok işe yaramazdı. Şehir içi ulaşım büyük ölçüde yürüyerek sağlanırdı. Eş, dost, akraba ziyaretleri, işyeri ulaşımı da böyle gerçekleşirdi. Hatta her türlü alışverişin yapılabildiği şehrin tek merkezi Ulus’a semt ve mahallelerden çoğu zaman yürüyerek gidip gelinirdi.

Baba oğul, bir bisiklet almak için evden çıktı. Eski Ankara Belediyesi binasının karşısındaki bisikletçiye gideceklerdi. Çocuk, babasının elinden tutmuş, Abidinpaşa Konağı’ndan askeriyenin rampasına, Dikimevi‘ne doğru yürüyordu. Baba, yol üzerindeki binaları çocuğa anlatarak ilerliyordu. Askerî garnizon duvarlarının üzerindeki dikenli tellerin gerisinde nöbet tutan askerler heykel gibi hareketsizdi. Yaşlı kestane ve çınar ağaçlarının altından yürürken sağ tarafta, taş duvarlarla çevrili, yine taş duvarlarla örülmüş birçok bina vardı. Baba, ‘’Burası Tıp Fakültesi Hastanesi. Geçmişte askerî hastane olarak hizmet vermiş.’’ dedi. Bu hastane çocuğun kardeşlerinin doğumuna ev sahipliği yapacak ve çocuk polikliniğinde birçok muayene gerçekleştirilecekti. En kötüsü, bu yolculuk beş sene sonra babanın geçireceği trafik kazasının ardından son yolculuğuna çıkacağı güzergâh olacaktı.

Dikimevi’nden dümdüz ilerlerken, sol tarafta ‘’Cebeci Tren İstasyonu‘’ tabelası göze çarpıyordu. Ankara’nın doğusu ile batısını birbirine bağlayan (Kayaş – Sincan) banliyö tren hattı o yıllarda da bugün olduğu gibi önemli bir işleve sahipti. Biraz daha ilerlediklerinde, sağ yanlarında çocuğun adını dolmuşta duyduğu sonra da kaybolana kadar incelediği o bina vardı. Hayli ihtişamlı bir bina idi. Taş duvara oyulmuş ‘’DEVLET KONSERVATUVARI’’ yazısı dikkatini çekti çocuğun. "Birçok sanat dalı eğitimi veriliyor burada. Seçilen yetenekli çocuklar müzik, tiyatro, opera ve bale gibi sanat dallarında yetişiyorlar.’’ dedi baba.

Çocuk yıllarca bu yoldan otobüsle, dolmuşla, taksiyle hatta yürüyerek her geçtiğinde o günü hatırlar; o binayı hep ilgi ve dikkatle izlerdi. 1983 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı, Hacettepe Üniversitesi’ne devredilerek Beşevler’deki yeni binasına taşındı. Aynı yıl çıkan bir kararla, Mamak İlçesi de kuruldu. 1984 yılı içinde bu tarihî bina, Mamak Belediyesi hizmet binası olarak tahsis edildi. Uzun yıllar belediyenin birçok birimi; başkanlık, başkan yardımcılıkları, müdürlükler, nikâh memurluğu ve diğer hizmet birimlerine bu tarihi bina ev sahipliği yaptı. Hatta geniş arka bahçesine yapılan ek binalar da ihtiyaç duyulan çeşitli hizmetlere ayrıldı. 2005 yılına gelindiğinde, yaklaşık yirmi yılın ardından belediyenin idari ve hizmet birimleri, yeni yapılan hizmet binasına taşınacaktı.

Mamak Belediyesi, Mamak Kültür Merkezi (MKM)

Uzun yıllar boyunca, "Mamak" denildiğinde akla önce cezaevi, sonra çöplük ve gecekondular gelirdi. İlçenin kuruluşunda belirlenen sınır hatları, sanki özel olarak yalıtılmış bir coğrafya yaratıyor ve bu algıyı daha da pekiştiriyordu. İşitme engellilerin dilinde "Mamak" işaretini öğrendiğimde içim burkulmuştu. Ankara genelinde üniversiteler, kamu kurumları, sanayi bölgeleri, ticaret merkezleri, eğlence ve dinlenme alanları Mamak ilçesi sınırlarının dışında kalmıştı.

Mamak ilçesinin mahalleleri, bugün siyasette ve bürokraside önemli mevkilere gelmiş birçok kişinin üniversite yıllarında yurtta, öğrenci evlerinde veya aileleriyle beraber yaşadığı yerlerdir. Farklı ideolojik ve sosyolojik kesimlerin mahallelerde kümelenerek yaşadığı da bilinen bir gerçektir.

Bununla birlikte Mamak ilçesi, şehircilik bağlamında birçok avantaja da sahiptir: Hüseyin Gazi Dağı’ndan Elma Dağı’na uzanan Samsun Yolu vadisi, doğal yaşamını kaybetmemiş köyleri ve kanyonlarıyla âdeta bir gerdanlık gibi doğunun güneşiyle ılık rüzgârını Ankara’ya taşır. Yüzyıllar boyunca Ankara’nın temiz içme suyunu sağlamış, sebze ve meyve ihtiyacını karşılamıştır. Hatip Çayı'nı ve Mamak’ın meşhur su değirmenlerini duymuşsunuzdur.

2005’te, eski konservatuvar binasının kültür merkezi olarak kullanılacağını duyduğumda, Mamak’ın şehircilikteki dezavantajını telafi edecek bir kültür merkezine kavuştuğunu düşünerek yüreğim ferahlamıştı. Ancak, o güzelim taş oymalı "Devlet Konservatuvarı" yazısının üzerine devasa demir levhalardan yapılmış "Mamak Kültür Merkezi (MKM)" tabelasını gördüğümde; kültür merkezinin içeriksiz, yüzeysel, taşra kültürünü yansıtan bir algıyı güçlendireceğini düşündürüp derin, umutsuz bir üzüntüye kapıldım.

Zamanla, o tarihî ve müstesna binanın aynı dönemde üç farklı düğün salonuna ev sahipliği yaptığını; içerisinde kebapçı, nargile salonu ve güvercin kümeslerinin bulunduğunu; kullanılmayan, hurdalık ve depo alanlarıyla sıradan bir bina hâline geldiğini hep beraber gördük. Tarihî sahnede nikâhların kıyıldığını, doğum günlerinin kutlandığını biliyoruz. Teselli olur belki diye; birkaç çalgı aleti, halk oyunları, tiyatro, koro ve spor kurslarının olduğunu ifade edelim.

Beş bloktan oluşan tarihî Konservatuvar külliyesi; iki tiyatro sahnesi, havuzlu iç avlusuyla onlarca sınıftan oluşur. Geçmişte yatakhane, mutfak, hamam, kantin, idare bölümü yapılmış. O sınıflarda acaba kimler ders verdi? Hangi büyük sanatçılar, daha ilk seçmelerde elleri ayakları titreyerek, seslerini bulamadı?[1] İlk temsillerini verdikleri tatbikat sahnesindeki heyecanlı halleri, sınavları, şakaları… Şaka olsun diye iç avludaki havuza kim atılmadı? Doğum günü kutlamaları, taşkınlıklar, disiplin cezaları kimlerin hafızasından silindi? Daha ilköğretim çağından itibaren yatılı kalan öğrenciler için aile sıcaklığından değerli ne olabilirdi ki? Kızlarla erkekler yatakhanesi, kantin, avlu, pencere önleri, sevgililer, kaçamaklar, cezalar, ödüller, hüzünler, sevinçler, acılar... abiler, ablalar... Bu külliyenin misafirleri sekiz yaşından yirmi beş yaşına kadar kız, erkek öğrenci grupları ile geniş bir yelpazeye sahipti. Kimler yoktu ki? Bu müstesna binada okumamış; yolu buradan geçmemiş hangi sanatçı var? Sabahattin Ali, Faik Canselen, Paul Hindemith, Carl Ebert, Osman Zeki Üngör,  Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Mithat Fenmen, Yıldız Kenter,.. Sanatla en ilgisiz konservatuvarlıyı analım bir de; Sadık Karataş. Hayatta olmayanların ruhları şad, mekânları cennet olsun; Yaşayanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyorum.

Gönle düşen önünde sonunda zuhura gelir derler. Benim için de öyle oldu. "Konservatuvarda inecek var!" çağrısıyla irkilen küçük çocuk gün geldi bu binaya hizmet imkânı buldu. Birçok hatırayı ilk elden, birinci ağızdan dinledi. Duygularına şahit oldu. Bu kulaklar neler duydu, bu gözler neler gördü neler!

Özellikle hafta sonları, üç, beş, on kişilik ziyaretçi gruplarının konservatuvar binasına geldiklerini, gözyaşları içinde geri döndüklerini, kendi aralarında hatıralarını canlandırdıkları küçük temsillerini gördü. Taş duvarlara ellerini sürerek mırıldanmalarına tanık oldu. O çatının altında yaşananlar!… Dramatik öyküler...

Eğer biraz inisiyatif sahibiyseniz, vicdanınız, birikiminiz, ufkunuz ölçüsünde şehrin kaderine etki edebilirsiniz. Biz de öyle yapmaya çalıştık. Eski mezunlarla, sanat camiasından uzman kişilerle görüştüğümüzde, "Ne yapabiliriz?" sorusunu sorduk. Bu soru onlarda müthiş bir heyecana sebep oldu. Musiki Muallim Mektebi; sanatçılarımızın, sanatseverlerin, mezunlarımızındır. Biz sizler için hizmetkârız. Mezunların tekrarladığı söz yalnızca "Okulumuz eski hâline dönsün." idi. 2019 yılı, Mamak için, özelde Musiki Muallim Mektebi için kültür ve sanat anlamında yeniden yapılanma ve dönüşüm sürecinin başlangıcı, kültürün mayalanma süreci oldu.

Evet, dedik ki: Mamak, kültür ve sanatın merkezi olacak. Eski konservatuvar binası tümüyle kültür ve sanata hizmet edecek. O tabelayı kaldırdığımızda, sadece tabelayı kaldırıp taş oymalı "Devlet Konservatuvarı" yazısı ortaya çıktığında, sanat camiasından gelen taltifler gayretimizi artırdı. "Bize mabedimizi bağışladınız." dediler. Daha ne yaptık ki?

100. Yılına Girerken

Geçmişin kırgınlıklarıyla bir soru yankılanıyordu: "Bu düğün salonları da neyin nesi?" Evet, ben de sordum o soruyu. Hatta daha fazlasını sordum. Sanatçı dostlarım, ben de sizin gibi rahatsızım; bu değerli mekânı olması gereken işlevine dönüştürmemiz gerekiyor. "Eski hâline değil; ama ona yakışır, tüm sanatçılarımızın memnun olacağı bir şekilde yenilenmesini gerçekleştireceğiz. Eğitim, etkinlik programları ve ölçütlerini belirleyeceğiz."

Anayasamızın 64. maddesi, "Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur," diyor. Bu maddeden hareketle, "Toplumu nitelikli sanatla tanıştırmalı; genç yetenekleri yetiştirmeliyiz." diyerek MMM kurgumuzun ana eksenini oluşturduk.

1826'da kurulan Muzika-i Hümâyun, 27 Nisan 1924'te Ankara'ya taşınarak "Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası" (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) adını aldı. O günlerde şef ve İstiklal Marşı'nın bestecisi Osman Zeki Üngör’le görüşen Atatürk, öncelikle, sadece müzik öğretmeni yetiştirecek bir okul kurulmasına karar verdi. Cumhuriyet'in daha birinci yılında çağdaş müzik eğitiminin ve sanatının temellerini atacak olan Musiki Muallim Mektebi, 1 Kasım 1924'te Osman Zeki Üngör yönetiminde Ankara’da açıldı. Gazi Mustafa Kemal, bu merkez için talimat verdikten sonra Anadolu’daki yetim, yoksul ama yetenekli çocukları seçip, yatılı olarak kalacakları Ankara’ya getirtti. Yurt içinden ve dışından alanında uzman eğitmenler tarafından yetiştirilen bu gençler, müzik öğretmeni olarak ülkenin dört bir yanındaki orta dereceli okullara gönderildi.

Bugün, müzik eğitimcisi ve sanatçı yetiştiren eğitim kurumlarımız, devlet senfoni orkestraları, opera ve baleler, devlet tiyatroları, güzel sanatlar bölümleri, konservatuvarlar, korolar ve bandolar gibi birçok resmî ve özel sanat kurumunun oluşumunda Musiki Muallim Mektebi’nin yetiştirdiği eğitimci ve sanatçıların katkısı büyüktür. Bu eğitimci ve sanatçılar, çağdaş sanat ve müzik kültürünün oluşumuna, gelişimine de çok büyük katkıda bulunmuşlardır.

Tanıdığımız birçok sanatçının yolu öğrenci ya da eğitmen olarak MMM’den geçti. Tiyatro salonlarında, ekranlarda bizi güldüren, hüzünlendiren, düşündüren sanatçılar; besteleriyle uluslararası arenalarda bizi temsil eden müzisyenler; operayı, baleyi kültürümüzle harmanlayan bu değerleri ülkemize tanıtan sanatçılar; müzik kültürünü temsil eden, taşıyan, öğreten eğitimcilerimiz MMM’nin yetiştirdiği değerlerdir.

Öncelikle işe, beş bloktan oluşan konservatuvar binalarımızın üçünün yenilemesiyle başladık.  9 Ocak 2020'de, Kültür ve Turizm Bakanlığımızla "Sahne Sanatları Eğitim ve Uygulama Akademisi’ni kurduk. Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü iş birliğiyle ilköğretim okullarında genç yeteneklerin taramasını başlattık. Altı bin öğrenciyi taradık ve yüz kırk yetenekli çocuğumuzu tespit ettik. Eğitimlere yeni başlamıştık ki pandemi ve deprem gibi olayların peş peşe gelmesi tüm ülkenin gündemini değiştirdi. Projeyi nihayetlendirememiş olsak da emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Sanat merkezimizde, nitelikli eğitmenler eşliğinde tüm çalgı aleti kursları, bona – şan – solfej kursları, korolar, çocuk, genç ve yetişkin tiyatro kursları, halk dansları gibi eğitimler gerçekleştirdik. Kursların ardından Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde sahne performansları, tiyatro gösterileri ve halk oyunları sergilendi. Ankara’nın farklı ilçelerinden ve üniversitelerinden gelen sanat gruplarına çalışma alanları tahsis ettik, onlara performanslarını sergileme fırsatı sunduk. Özel gün ve gecelerde profesyonel grupları, sanatçıları, üniversiteleri ve kamu kurumlarını misafir ederek sanatseverlere unutulmaz anlar yaşattık.

MMM’yi yalnızca sahne sanatlarıyla değil, aynı zamanda resim, geleneksel sanatlar, şiir ve edebiyat gibi alanlarla da zenginleştirdik. Şiir, edebiyat, felsefe sohbetleri; tarih ve Batı okumaları; yazarlık atölyeleri; sanatçı anma geceleri; edebiyat ve müzik festivalleri; tiyatro günleri ve sergileri gibi birbirinden güzel ve özel etkinliklere ev sahipliği yaptı MMM.

16 Şubat 2022'de, Türk İslam Sanatları Merkezi (TİSAM) Hacı Bayram Veli Üniversitesi iş birliğiyle kuruldu. Sekizgen ve iki katlı tarihî binada hat, ebru, tezhip, çini, minyatür, kalem işi gibi geleneksel sanatların eğitimini akademik ölçütlerle, alanında uzman akademisyenler tarafından verdirttik. Kadim kültürümüzün izlerini taşıyan sanat eserlerini sergiledik.

Düğün salonu olarak kullanılan arka bahçede mektebin kimliğine uygun bir peyzaj yapıldı. Bu alan açık hava etkinliklerine ev sahipliği yapmaya başladı. Eski yemekhane bölümü dijital müze olarak projelendirilmişti, yaşanan bazı engeller nedeniyle gençlerin hizmetine sunulan bir kütüphane olarak değerlendirildi.

Bir dönem emlak ve ASKİ veznesi olarak kullanılan mekânları, bitişiğindeki kullanılmayan alanla birleştirerek yenilemeyi tamamladık. İçerisinde ses kayıt stüdyosu, yeşil alanlar ve haber stüdyosu olan dijital MBTV'yi kurarak gençlerin hizmetine sunduk. Depo olarak kullanılan alanı düzenleyip, tüm sanatçılar ve sanatseverler için hizmet edecek bir restoran açtık. Tarihî binanın yan tarafındaki yakışıksız ahşap gecekondu kaldırıldı; arka bahçedeki gecekondu yapılar yerini sanata ve sanatçıya yakışır bir peyzaj alanına bıraktı.

Çok değerli bir müzik çalgı aletleri koleksiyoncusu Hazım Caner Can’ın bağışladığı üç yüz civarındaki çalgı aleti, uzman lutiyeler tarafından tamir edilip bakımları yapılarak müzik müzesi kuruldu. Müzenin oluşumunda emeğini esirgemeyen Oğuz Elbaş hocama teşekkür ederim. Ankara’da bir ilk olan bu tematik müze, mekâna ayrı bir değer kattı.

Mamak ilçesinin geçmişini belgelemek için bilimsel bir çalışma yaptırdık ve Musiki Muallim Mektebi’nin tarihî belgelerini toparlayıp tasnif ettik. Sanatçılar ve sanatseverler için yenilenmesini tamamladığımız MMM binasının sadece sanat için ev sahipliği yapacağını ilan ettik.

Üzerinde uzun çalışmalar ve istişareler yapmamıza rağmen üzülerek ifade edeyim ki: Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşundan bu yana birbirinden değerli, belleğimizden kaybolmayacak sanatçılarımıza ev sahipliği yapan bu müstesna eğitim merkezinin kapsamlı bir belgeselini çekemedik. Mekteple ilgili derli toplu bir kitap oluşturamadık. Binada opera, tiyatro ve diğer sanat dalları için yeni müze veya sergi alanları açmak istedik, ancak onlar da düşüncede kaldı. Sanatsal kurslar ve etkinliklerin niteliğini artırmak amacıyla uzman kişilerden oluşan bir kurul oluşturma fikri de maalesef gerçekleşemedi.

Devlette devamlılık esastır denir. Umarım bizden sonra nöbeti devralan arkadaşlarımız bizim eksik bıraktıklarımızı ikmal ederler. Daha ileriye taşırlar. Ümidimiz bu yöndedir. Zira "Sanat iyileştirir." Saygı ve sevgiyle.

                                                             

                                                                                                           Mehmet Düğmeci 2024